KADINLARIN ÇİLESİ

KADINLARIN ÇİLESİ

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur;

Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını

Ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır;

Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır;

Beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam

Memleket gibi yoksuldur odam…

Nazım Hikmet’in ‘Hoş geldin Kadınım’ isimli şiirinde belirttiği gibi bir erkeğin yorulan sevdiği kadına bir hoş geldin demesi ve onu mutlu edecek sözler söylemesi kadın için büyük bir mutluluk kaynağı ve kendisine gösterilen saygıdır.
Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’nin dört bir yanında da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Kutlanan gün, dünyanın en anlamlı günlerinden birisiydi. Bu anlamlı günde ve değişim yüzyılında, kadınları daha mutlu görmek yerine daha bir buruk gördük. Hayatın yükünü omuzlamak, ucuz iş gücü olarak görülmek yetmezmiş gibi Türkiye’de kadınlar giderek daha fazla şiddete de maruz kalıyor. Bu vahim durum karşısında en ürkütücü olanı, toplumun sergilediği sessizliktir. Bu sessizlik, hayra alamet değil. Bu sessizlik, değerleri çürümüş bir toplumun işareti.
Fotoğrafa baktığım zaman yüzündeki tebessüme rağmen başının üstünde ağır bir yükü taşıyan kadını görüyorum. İş yerindeki bütün yorgunluk ve bazen kızgınlıklara rağmen eve geldiğinde çocuğun ödevi ve yemek derdi ile uğraşan bir anne, bir eş gibi. Acı olan bütün bu yorgunluklara ve dünyanın yükünü taşımaya rağmen şiirdeki ‘Hoş geldin Kadınım’ı duyamamaktır. Ev hanımı olan bir kadının sabahtan akşama kadar evi ve çocukları ile ilgilenmesine, yorulmasına rağmen ‘evde miskin miskin oturmaktan başka ne yapıyorsun’ cümlesini eşinden duyduğu zaman yaşadığı travma en büyük işkence değil midir?
Bu yüzyıl değişim yüzyılı olarak adlandırılırken, üretim ve teknoloji başta olmak üzere birçok alanda çok hızlı ve köklü değişimler yaşanırken kadınların çilesini ortadan kaldıracak bir değişimden söz etmek mümkün değil. Kadınlar için köklü değişim kadınlara yönelik önyargının sona ermesiyle başlayabilir. Galiba en zor olanı kadınlara yönelik önyargıyı parçalamak. Kadınların bu yüzyıl da bile erkeklerle tam ve eşit haklara sahip görülmemesinin nedeni parçalanmamakta direnen erkek önyargısıdır.
Hayatın zor yükünün acımasız bir şekilde kadınların omuzlarında olduğunu düşündüğüm dünyada ön yargıları kırabilsek ve hayata anlam katan öncü ve özverili kadınlar bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçebilse ömrünü arkeolojiye adamış Halet Çambel, hemşirelik mesleğinin öncüsü Florence Nightingale, yaşamını yardıma muhtaçlar için verdiği mücadeleyle geçiren Rahibe Teresa, Sultanahmet Mitingi’nde cesur konuşmayı yapan Halide Edip, Filistinliler için gözünü kırpmadan hayatını feda eden Rachel Corrie, Cüzzama karşı eşsiz bir mücadele veren Türkan Saylan, Erzurum Aziziye savunmasındaki fedakâr Nene Hatun gibi kadınları saygıyla ‘Hoş geldin’ diyerek selamlarız ve ön yargılarımızı kırarız. Özlediğimiz özgür ve mutlu bir dünya; çilesiz, özgür ve erkeklerle eşit haklara sahip kadınlarla mümkün. İşe, erkek önyargısını kırmakla başlamak gerekiyor…
Eşine şiddet uygulayanların unutmaması gereken; annelerinin ve kızlarının da birer kadın olduğu gerçeği. Kadının yokluğunda insan neler hissedebilir sanırım bunu da en iyi Tanju Okan’ın o eşsiz sesinden dinledik. “Kadınım” adlı şarkının sözlerini bu duyguyu tekrar yaşatmak adına sizlerle paylaşmak istedim.

Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen
Masamız köşede öylece duruyor
Bardaklar boşalmış her biri bir yerde
Sanki hepsi hasret senin nefesine
Sen kadınım…