KAVUŞMAK

KAVUŞMAK

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere…

İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.

Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.

Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.

Her biri başka bir karaktere sahip.

Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.

Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı…

 

Can Yücel’in ‘’Dostluk’’ isimli şiirinde belirttiği gibi çeşit çeşit, tip tip, her birinin bir başka karaktere ve inanca sahip olduğu insanların birbirini görüp, inceleyip tanıyarak her şeyden önce insan olmanın erdemlerini yaşayarak dost kalabilmeleri ve ortak değerlere kavuşabilmeleri zor olmasa gerek.

 

Üzerinde yaşadığımız topraklar sayısız medeniyete ve ortak yaşama ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır. Beraberliğin, dostça yaşamanın, paylaşmanın, acıya ve sevince ortaklık yapmanın sayısız örnekleri vardır bu toprakların derin tarihinde. Evet, bu toprakların tarihinde ayrışmak yerine çoğunlukla hep kavuşmak yaşanmıştır.

 

Zaman zaman bu diyarlarda ayrışmak, uzaklaşmak, ötekileştirmek, farklılıkları zenginlik olarak görmemek herkesin hayatından çok şeyin eksilmesine neden olmuştur.

 

Hasan Pulur, “İstanbul’un Karma Mahalleleri…” başlıklı yazısında geçmişte kalan ortak zenginliğimize şu satırlarla dikkat çekiyor: “Bir zamanlar İstanbul’da ‘karma semtler’ vardı; Hıristiyan, Musevi, Müslüman, Türk, Rum, Ermeni, Yahudi birlikte yaşarlardı. Hüseyin’in karşı komşusu yani, kapı komşusu ise Agop’tu, Mişon’un evi de sokağın başındaydı. Oturanlar gibi esnaf da karmaydı, ‘Rum Bakkal’ın yanında ‘Laz Bakkal’ varsa ‘Abbas Efendi’nin karşı komşusu da ‘Kolacı Yorgo’ydu, karşılıklı sataşmalar, laf atmalar bu yaşamın tuzu, biberiydi.

 

Savaş yıllarında karaborsa alıp yürümüş, babaannemiz piyasada bulunmayan her malın sorumlusunun ‘Bakkal Tanaş’ olduğunu söyler, babamız da ‘Bırak anne, paranın dini imanı yoktur’ diye ‘Laz Bakkal’ı, ‘Tanaş Efendi’nin suç ortağı ilan ederdi.’’

 

Hasan Pulur, yazısında geçmişteki insanların birlikteliklerini ve farklı kültürlerin kavuşmalarını şöyle özetliyor: ‘’Hayat paskalyalarla, bayramlarla, yortularla, merhabalarla, kalimeralarla sürüp gider, onların paskalyasında boyalı yumurta tokuşturulur, bizim bayramlarda şeker ikram edilir, hele ‘Madam Marika’nın sakız tatlısına doyum olmazdı. Gümüş tepsi içinde, gümüş çanak, içi macun kıvamında tatlı, kaşıkla alacaksın, kaşığı küçük bir kaba koyup üstüne bir bardak su içeceksin…

 

Bir tarafta kilisenin çan sesleri duyulur, karşıdan ezan – ı Muhammedi’nin sesi gelirdi. Mahalle’de bir cenaze oldu mu, Müslümanlar kiliseye, Hıristiyanlar, Yahudiler de camiye koşar, başsağlığı dilerlerdi. Doğum da aynı biçimde kutlanır, herkes gücüne göre hediye alıp ‘Allah analı babalı büyütsün!’ demeye koşardı…”

 

Fotoğrafta, kucaklaşmaya, dostluğa açılmış olan kollar çok şeyi ifade ediyor. Kavuştuğun, sarıldığın andaki yaşayacağın mutluluğun ifadesini fotoğrafta gördüğümde insan olmanın en güzel yanını görüyorum. Fotoğrafa baktığım zaman kavuşmanın ayrışmaktan ne kadar güzel olduğunu görüyorum.

 

Geçmişte olduğu gibi maalesef bugünlerde de çok ürkütücü yeni bir ayrışma sürecinden geçiyoruz. Bu toprakların birikimine ve ruhuna uymaz ayrışmak. Dostluklar, kavuşmalar, insani sıcaklık ve samimiyet içeren birlikteliklerle bu diyarları zenginleştirmek herkesin yararına olacaktır. Zaman, ayrışmak değil kavuşmak zamanı…