TEPKİ

TEPKİ

Adet ettin aşk dersini asmayı,

Hüner saydın sırra kadem basmayı,

Yetti artık çok denedim susmayı,

İsyan eden bayrak açar sevdiğim.

 

Cemal Safi’nin ‘’Hüzün Adres Değiştirir’’ şiirinde belirttiği gibi isyan eden sırra kadem basmayı hüner saymamalı ve kaçmamalıdır. Susmak bir yere kadar geçerli olup bir yerden sonra bayrak açarak tepkisini ortaya koyabilmelidir. Evet, Cemal Safi aşk ile ilgili isyanda ortaya konulacak tepkiyi anlatıyor. Aslında hangi duyguyu yaşarsak yaşayalım yeri geldiğinde tepkisiz kalmamasını bilmeliyiz.

Günümüzde tepkisiz kalıp seyirci kalanlar için “Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” yaklaşımı maalesef bir anlam ifade etmiyor.

Devir, bireyci olmak, bireysel kurtuluşu sağlamak devri. Toplumcu düşünceye ve davranışa burun kıvrılan, değer verilmeyen bu devirde aslında kimsenin gerçek anlamda kurtulduğu da yok. Gerçek anlamda kurtuluş yerine ortaya çıkan sonuç, yalnızlaşmaktan başka bir şey değil. Toplumdan soyutlanmış, katılımcılığa kapalı seyirci pozisyonundaki yalnızlık, aynı zamanda sığlığa mahkûm olmak demektir.

Peki, neden böyle bir tutum tercih ediliyor? Mehmet Sadık Kırımlı, bu soruya şu cevabı veriyor: “Pek çok insan katılımcı olmaktan kaçınmıştır hep, bugüne değin. Ya korkmuşlardır, başımıza bir şey gelir diye ya da başkasının hazırlayıp ortaya koymaya çalıştığı bir ürüne, bir fikre her nedense katılma isteği duymamışlardır. Onlardaki bu isteksizlik, temelde toplum bilincinden yoksun oluş duyusunun etkisiyle de oluşabilir, diye düşünüyorum. Oysa katılımcılık yoluyla kazanılacak her başarı, en az o fikri ortaya atan kadar katılanları da mutlu edecektir hiç kuşkusuz. Bana göre, yaşamın ana mutluluğu paylaşımdan geçer. Olumlu bir uğraşa, bir düşünceye katılımcı olmakla kazanılacak mutluluğun değeri neyle ölçülebilir ki! Bu olguya varılabilmesi için insanda toplum bilincinin oluşması gerekir. Paylaşımcılık da, katılımcı olmakla kazanılır elbet…’’

Mehmet Sadık Kırımlı’ya göre; ‘’… Teknolojik örgütlenme ve teknolojik işleyiş mekanizmaları her şeyden önce insanı, kendi egemenliği altına alıyor. Farkında olmayarak bireyselliğe yöneliyor insan. Teknolojik toplumda insan gittikçe edilginleşerek, üretici ve yaratıcı niteliklerini de yitirerek yalnızlığa doğru sürükleniyor adeta…”

Fotoğrafa baktığımda gölün kenarında, iskelenin ucunda tek başına oturup ördekleri izleyen kadını görüyorum. Tek başına gölü izlerken dalıp gittiğini görüyorum ama göremediğim hüznün getirdiği bir kaçış mı yoksa hayatın getirdiği yorgunluktan bir an olsun uzaklaşıp kendini dinleme anı mı? Sanki teknolojik toplumdaki insanın yalnızlığa doğru durgun bir suya bakarken sürüklenişini görüyorum. Hâlbuki o suyun kenarında birisi veya birileriyle oturması ve paylaşması daha güzel olmaz mıydı? Sorunlardan kaçıp suyun kenarına gelerek yalnızlığı yaşamak bir yere kadar çözümken, suyun kenarında düşündüklerin ve yorumladıklarınla birlikte tekrar suyun kenarından kalkıp zorluklara ve kötülüklere teslim olmadan bayrak açıp mücadelemizi vermeliyiz.

İnsan yaşamı, seyirci kalarak değil tepkilerini ortaya koyarak, katılımcı olunarak zenginleşir ve derinleşir. Tepkimizi ortaya koyarken kaçan değil de sorgulayan ve katılımcı bireyler olmalıyız. Bu tür insanlardan oluşan bir toplum da, derinliği olan bir toplumdur…