ARTAN DUYARSIZLIK

ARTAN DUYARSIZLIK

Sevgiler vardı içimde

Ezgiler vardı, iyilikler…

Boşaltıverdiniz, hem de

Düşürüp kırmaktan beter.

Hoş, yine bir testiyim ben,

Yine varım ama bomboş…

 

Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘’Testi’’ isimli şiirinde belirttiği gibi yaşadığımız olaylar ve zaman içimizdeki sevgiyi ve iyilikleri bitirerek bizi duyarsız, içi boş bir hale getirebiliyor. Evet, belki sıfat olarak insan sıfatımız tıpkı testinin varlığı gibi var olabilir ama içi boş bir testi gibi ruhsuz, duygusuz ve tepkisiz olmak ne kadar insan olmakla bağdaşır onu sorgulamak gerekir.

Modern hayatın giderek artan temposu ve acımasızlığı, insanları adeta kendisini kurtarmak zorunda bırakıyor. Peki, kendini kurtarmak adına olaylar karşısında duyarsızlık sergilemenin biyolojik ölümden bir farkı var mı?

Bu soruya, Kürşad Salih Yaman şu cevabı veriyor: “İnsan iki türlü ölür. Ya bildiğimiz şekilde bu dünyadan ayrılma biçiminde ya da olaylar karşısındaki hassasiyetini yitirerek. İkincisinde beden her ne kadar hayat devam ediyor olsa da his ve vicdan etkinliğini yitirmiştir. Böyle hassasiyetini yitirmiş birinin etrafında olan bitenlere tepki vermesini, tavır koymasını beklemek, devenin iğne deliğinden geçmesini beklemekten farksızdır…

Peki, hisseden her insan hassasiyet sahibi sayılır mı? Ne yazık ki bu soruya ‘hayır’ cevabı vermek durumundayız. Çünkü hissetmek başka, hassasiyet sahibi olmak başkadır. Hassasiyet sahibi olmaya duyarlı olmak da denilir. Her insan duyabilir, ama duyarlı olamaz. Duyarlı insan, etrafında olan bitene kayıtsız kalmayan, hadiseler karşısında tavrını koyabilen, gaye ve ilke sahibi kimse demektir.

Hassasiyet sahibi bir insanı şaşırtacak, derinden etkileyecek nice ibretlik olay, duyarsız kimseyi sinek vızıltısı kadar dahi etkilemez. Onun sırtı pek, karnı toksa gerisi hikâyedir… Duyarsızlık salgın hastalık gibidir, hızla yayılır. Bir noktaya geldikten sonra da içine girdiği toplumu son ferdine varıncaya kadar etkilemeden bırakmaz…”

Fotoğrafa baktığım zaman duyduğu veya yaşadığı bir olay karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen insanı görüyorum. Şaşkınlıkla birlikte bir ürkme ifadesi var. Peki, olaylar karşısında sadece bu yeterli mi? Aslında verdiği ifade o an hissettikleriyle ilgili anlık tepki. Eğer insani özellikleri kaybettirilerek içi boşaltılmamışsa, insanlıktan nasibini almışsa bu yüz ifadesinin ardından mantıklı düşünerek, hukuk kurallarına uyarak sağlıklı bir toplumun vermesi gereken tepki neyse o tepkiyi vermesi gerekir. Yani arkasını getirebilmeli.

Küçük çocukların kaçırılmasını ve anne babalarının üzüntülerini gösteren, hastalıklı ruh haline sahip insanlara bu sevginin ne denli büyük bir sevgi olduğunu gösteren dizilere ve filmlere prim vermemek, eleştirmek bir çocuğun vahşice kaçırılıp öldürüldüğünü duyduğumuzdaki yüz ifademizden ve hissettiklerimizden kat be kat daha etkili ve çözüm odaklı olacaktır. RTÜK ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın el ele vererek insanların duygusal yönlerini sömüren değil, onları bilinçlendiren programlar yapmalarını istemeliyiz. Anne ve babaların sadece dünyaya getiren değil, sorumluluklarının farkında olmalarını sağlayarak çocuklarını koruyan ve kollayan olmalarını sağlamalıyız. Çocuklarımıza sevgiyi de öfkeyi de uçlarda yaşatmamalıyız. Kamu spotları ile aileler eğitilerek, bilinçlendirilerek çocuklarını göz önünden ayırmamaları gerektiğini, sokağa ve parka yalnız bırakmamaları gerektiğini, zararın en yakın kişilerden geldiğini bilerek kimseye emanet etmemenin birincil görevleri olduğunu hep hatırlamaları gerektiği anlatılmalıdır. Hasta ruhlu insanlara fırsat vermemek anne babanın sorumluluğundadır.

 

Kars ve Adana’ da yaşanan olaylarda da görüldüğü gibi psikiyatristler ve psikologlar aracılığıyla çocuklarla ilgili suçlar ve cinsel istismarlar araştırıldığı zaman suçlunun genellikle çocuğa ve aileye en yakın isimler olduğu herkes tarafından bilinmesine rağmen bunlarla ilgili eğitici programların ve seminerlerin verilmeyişi ister istemez hisseden ile hassasiyet arasındaki farkı bir kez daha gözden geçirmemizi sağlıyor. Herkesin fotoğraftaki gibi sadece olayı hissettiğini görürken çözümleri konusunda aynı hassasiyeti göstermediğini ve birkaç gün sonra unuttuğunu görünce içim yanıyor. Bizler, ilgililerden bu konudaki eğitici çalışmaları talep edip toplumun gerçekleriyle acı da olsa yüzleşmesini bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki tehlikenin nerede, ne zaman ve kimden geleceğini hesaplayarak çocuklarımızı ve kendimizi korumasını bilebiliriz. İlgililerden taleplerimizde önce eğitim yönünde olmalı.

Sağlıklı bir gelecek, güzel yarınlar için sadece o an üzülmek yetmez, duyarlılık veya hassasiyet de sergilemek gerekiyor. Bilinçli ve sorgulayan bireylerin varlığı toplumsal huzurun ve güven içinde yaşamanın teminatı olacaktır. Boş bir testi değilsek duyarlılığımızı ortaya koyalım ve haklarımızı arayalım. Haklarımızdan da önceliğin her zaman doğru bilgilendirme olduğunu unutmayalım, unutturmayalım.