ÇOCUKLUĞUMUZ

ÇOCUKLUĞUMUZ

Yılan yürümesine nazire yapma çocuk

Olacaksan kendin ol, aslından kopma çocuk

Kesinlikle doğru ol, doğru yollarda yürü

Aklın varsa çığır aç, çığırdan sapma çocuk.

 

Abdurrahim Karakoç’un ‘’Nasihat’ ’isimli şiirinde belirttiği gibi çocuklarımız kendi özlerine, kendilerini yetiştirenlere yabancılaşmadan yeniliklere açık olmalı ve hem kendini hem de içinde bulunduğu toplumu daha ileriye taşıyabilmeli. Kendi çocukluğumuzu hatırlayıp çektiğimiz çileleri düşündükçe günümüz çocuklarının günümüz şartlarında her şeye çok daha rahat ulaşabiliyor olmalarına rağmen başarılarını ve davranışlarını değerlendirdiğimizde çoğunlukla yetersiz kaldıklarını görüyorum.

 

Okuldan eve geldiğimde annem hep evdeydi ve benimle daha fazla ilgilenir, sorunlarıma ortak olurdu. Babamın maaşı hepimize yeterdi ve annemiz çalışmak zorunda kalmadığı için zamanının çoğunu bize ayırırdı. Günümüz hayat şartlarında genellikle babanın kazandığı para yetmediği için anne de çalışmak zorunda kalıyor ve hem kendine hem de eşine ve çocuğuna zaman ayıramayabiliyor. Çocuğuna ve eşine yeterli zamanı bulabilen çalışan anne hep kendinden veriyor.

 

Ekonomik durumu iyi olup da annesi ister çalışsın ister çalışmasın okula sürekli servisle giden, yağmur ve çamuru bizim gibi görmeyen, ayakkabı eskitmeyen, servise biner binmez uyuyakalan veya kulaklığı kulağına takıp serviste müzik dinleyen, etrafındakileri görmeyen, nereden geçtiğini bilmeyenle bizim çocukluğumuzda yağmurlu, çamurlu havada yürüyen, eskiyen ayakkabısından su geçeceği için ayakkabısının kıymetini bilen, okul yolunda her şeye kaybolmamak adına ve başına kötü bir şey gelmesin diye dikkat eden çocuk maalesef bir olmuyor.
Çocukluğumuzda sokakta oynamak diye bir kavram vardı ve en büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Okul dönüşü çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Oyun oynarken mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi ve susayınca evlerine girer aynı bardaktan kana kana su içerdik.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık ve saatlerce aynı yerde oturup kalmazdık.

Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırılırdık. Kavgalarımızda ustura, falçata nedir bilmezdik, en fazla saçlarımızdan çeker, tekme atar ve yine oyuna devam ederdik.

Fotoğrafa baktığım zaman sokakta oynayan, arkadaşlığın ne olduğunu bilen ve yediği gofretle mutlu olan çocukları görüyorum. Sürekli sokak oyunları sayesinde hareketli, sağlıklı ve bilgisayar başından kalkmış, obez olmayan çocukları görüyorum. Birbirine sarılmanın verdiği keyfi ve güveni gördükçe daha başarılı olmak adına arkadaşını yanlış yönlendirip başarıyı tek başına tatmak isteyen çocuğun mutsuzluğunu düşünüyorum.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum, orada kim oturur hiç bilmem. Evlerimiz var içinde yaşayan yok ve hepsi iş telaşında. Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok, hepsi sınav telaşında veya evde dört duvarın arasında, hiç hareket etmeden bilgisayar oyunlarının başında.

Ruh yok, bu yaşam tarzı benim yaşam tarzım değil. Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
Biz mi istemiştik?

Hayır… Her toplum hak ettiği gibi yönetilir derler ya, galiba hak ettiği gibide yaşar…