İYİLİĞİN PEŞİNDE KOŞMAK

İYİLİĞİN PEŞİNDE KOŞMAK

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘’Otuz Beş Yaş Şiiri’’ndeki gibi musalla taşında taht misali hepimizin bir namazlık saltanatı olacak. Ölümün nerede, nasıl ve kaç yaşında hangimizi bulacağını, hangimizin ne zaman uyuyup uyanamayacağını hiç birimiz bilmiyoruz. Evet, ölüm herkesin başında ama bu hayattan bir kere geçerken hayatı doğru anlamlandırmak son derece önemli.

Theodor Adorno’nun, “yanlış hayat doğru yaşanmaz” ifadesinde de olduğu gibi hayatımız yanlışlarla doluysa hayatı hak ettiğimiz şekilde yaşayamayız. Hayatın sonlu olduğunu unutup, iyiliğin peşinde koşmayarak en büyük hatayı yapıyoruz.

Ölüm, hayatın bir gerçeği. Bu gerçek karşısında; paylaşan, iyilik yapan, dostluk ve kardeşlik üreten çabalarla dolu olan bir yaşam anlamlı olan bir yaşamdır. Dünyada maddi zenginlik geçmişe oranla giderek artıyor, insan ömrü de giderek uzuyor ama mutluluk maalesef giderek artmıyor.

Bencillik, kıskançlık, başkalarının acılarına karşı duyarsızlık her tarafı kaplamış durumda. “Benden sonra tufan” diyenlerin çoğaldığı bir dünyada mutluluk giderek bizlerden uzaklaşıyor.

Temel sorun, ölüm karşısındaki tutumdan kaynaklanıyor. Kemal Sayar bu konuda şu tespitleri yapıyor: “İnsan neden ölümsüzlüğün peşindedir? Neden daha uzun, hatta elimizde olsa sonsuza dek yaşamak isteriz?

…Bedenin ölümsüzlüğü peşinde koşmak suretiyle ruhun en derin özlemlerine körleşebilir ve bu hayatı iyi yaşama fırsatını da kaçırabiliriz. Fanilik ve ölümlülüğü kabul etmekle insan, ‘yaşama ödevi’ni de hatırlamış olur, iyi yaşamak gerekir, iyiliğin peşinde koşmak gerekir, ruhlarımızın iyiliği için ihtimam göstermek gerekir.

Ancak ölümlü olmamızladır ki soyluluğa kulaç atarız. Cesaret, sabır, cömertlik, adalete adanmışlık, ruhun büyüklüğü… Bütün bunlar, bizi soylu ve iyi olan uğruna, bir an için sıradan varlığımızdan ayırıp çok ötelere taşır. Korkulardan sıyrılır, bedenin zevklerinden sıyrılır, ihtiyaçlar dünyasından ruhumuzu azat ederiz. Böylece erdemli bir hayata yükseliriz. İyi bir hayata. Yaşanası bir hayata. İnsan ölümsüz olsaydı, güzellik ve erdemin peşinden koşacak mıydı? Eğer ölümsüz olsaydık sevebilecek miydik?

…Güzel bir şeyler ortaya koymak isteriz, güzelliğin çürümekten geri duracağına inanırız. Ama bir gül, günü geldiğinde solduğu için bize güzel görünmez mi? Onun gönül alıcı kızıllığı biraz da bu yüzden okşamaz mı ruhumuzu?

…Dünyadan geriye iyilik kalır. İyilik ölümsüzdür. İnsan ancak iyilik ve güzelliğe râm olarak ölümsüzlüğü tadabilir…”

Fotoğrafa baktığım zaman sonunun  ölüm olduğunu bile bile kalp kıran, başkalarına zarar veren ve üzen insanları düşünüyorum. Kaprisiyle, kıskançlığıyla hayatı  boyunca mutlu olamayıp etrafını da mutsuz eden insan öldüğünde hiç de iyi anılmayacağını bilemeyen insandır. Ünvanlar, makamlar ve güç kişiyi bir yere kadar var edebilir ama insan olmanın erdemine ulaşılmışsa kişi her zaman var olur…

Hayatın sonlu olduğunu unutmayıp, iyiliğin peşinde koşmamız gerektiğini hep hatırlamalıyız.